22 Şubat 2006

MIS 590 başlıyor

Geçen sene MIS 534 başarılı bir deneme olmuştu.
Bu sene MIS 590 -- Topics in MIS (Object Oriented Design)
Birazdan, saat 19'da ilk toplantı.

Dersin amacı Object Oriented programlamanın temellerini program yazmadan öğrenmek. Laboratuvarda makine başında yapılacak. Her hafta küçük ödevler olacak.

Kullanacağımız program dili: Yok
(dil kullansaydık, Java olurdu: Neden Java?)

Kullanacağımız ana yazılım: Small Simple Safe

Java Class Library içinde bazı sınıfları çalışacağız:

  • String
  • File & URL
  • Collections: ArrayList
  • InputStream
  • Encoding & Reader
  • Collections: HashMap
  • Date & Calendar
  • 2D Graphics
  • GUI: windows & containers
  • GUI: swing components
  • Jar files
Notlar haftalık küçük ödevlerle verilecek.

Haberleşme grubu: MIS 590

1 Şubat 2006

Unicode'a Övgü

Damlaları yazmaya Önce IBM vardı diye başlamıştım. Benim için çok anlamlı bir söz, çünkü 35 senelik bilgisayar tecrübemin en başında, Boğaziçi Üniversitesinde koca bir salonu dolduran IBM 1620 vardı. Delikli kartlarla Fortran programları yazar, konsolun üstündeki düğmelerle kontrol ederdik. Sadece büyük harfleri içeren 64 karakterlik özel bir alfabesi vardı. Dünyada Fortran'dan başka bir dil olduğunu da bilmezdik.


1974 yılında bizim IBM emekli oldu, müzeye kaldırıldı. Yerine gelen Univac için özel bir bina ve daha büyük, klimalı bir salon yapıldı. Yeni makinemiz zaman paylaşımı (time sharing) ilkesi ile tasarlanmıştı, Algol ve Cobol dillerini anlıyordu, ASCII kullanıyordu. Artık küçük harflerle yazabiliyorduk. Birçok arkadaşımız yeniliklere hemen karşı çıktı: Ne gerek vardı başka dillere, ne gerek vardı küçük harflere...

Sonra 1986'da Macintosh ile tanıştım. Grafik ekranı vardı, metin ve resim belgeleri kendi pencereleri içinde gösteriliyordu ve, en önemlisi, Türkçe klavyesi vardı. 95 sembol içeren ASCII sadece İngilizce harfleri tanıdığı için, Türkçe harfler sonra gelen 128 karakter içine kodlanmıştı. Yeniliklere şüphe ile yaklaşanlar, bu sefer de grafik ekranları, pencereleri ve, elbette, Türkçe yazmayı da gereksiz buldular.

Kısa bir süre sonra Windows ortaya çıkınca hiç de hoş olmayan bir sürpriz getirdi: Türkçe harfler bambaşka kodlara atanmıştı. Bizim Mac belgeleri Windows'a taşınınca pek bir tuhaf görünüyordu. Oturup bir Converter programı yazmıştım, iki tarafın belgelerini uyumlu yapabilmek için.

1993, ilk web sayfalarını gördüğümüz sene. Henüz standartlar yaygın olmadığı için, o yıllarda Türkçe harfleri kullanmaktan kaçınıyorduk. ISO-8859 çıkıncaya kadar. Bunun dokuzuncu kısmı sadece Türkçe'ye özel altı harfi tanımlıyordu: Ğ, ğ, İ, ı, Ş, ş. Artık web sayfalarında Türkçe görebiliyorduk. Bu standardın özelliği, bir web sayfasında (ya da bir belgede) tek bir dili kodlayabilmesi. Çünkü, her karaktere karşılık bir tek bayt kullanılıyor, her dil için ayrı charset tanımları gerekiyor.

Unicode'un ortaya çıkışı aynı yıllarda oldu, ama çok yavaş bir şekilde. En çok kullanılan UTF-8 encoding yönteminde, ASCII karakterleri tek bayt ile kodlanırken, diğerlerine iki yada üç bayt gerekiyor. Böylece, birçok dili aynı ekranda birlikte göstermek mümkün oluyor. Ama küçük bir maliyeti var: belgeler daha çok yer kaplıyor. Java programlama dili Unicode standardını destekleyerek önemli bir adım atmıştı. Google da Gmail yazılımı ile aynı desteği sürdürüyor.

Türkçe harflerle yazılmış bu sayfayı iki dilde kodlanmış selamla bitirelim:
안녕하세요Anyonghaseyo
سَلَامٌ عَلَيْكُمْSelamun aleykum
Ref:

27 Haziran 2005

Haliç, the Golden Horn

Yabancıların "Altın Boynuz" deyip hayran kaldığı Haliç'i yakından görmek için yeni bir fırsat doğdu: İDO'nun Haliç vapurları sürekli çalışıyor. Buçuklu saatlerde karşılıklı olarak kalkıyor, sekiz iskeleye uğradıktan sonra elli dakikada seferi tamamlıyor. Kullanılan yeni vapurlar hem eskilerden daha hızlı, hem de iskeleye burundan yanaşıyor, halatla bağlamaya gerek kalmıyor.
Tarihi şehir İstanbul'un Bizans surları dışında üç önemli yerleşim yeri vardı: Üsküdar, Galata ve Eyüp. Bunların eski adı bilâd-ı selâse, yani tripoli, üçlü şehir. Haliç vapuru bu üç semt ile eski İstanbul'u birbirine bağlıyor. Bu yolculukta İstanbul'un yedi tepesinden altısı görüş alanımıza giriyor. Marmara tarafında kalan yedinci tepe Haliç tarafından hiç görünmez.
Üsküdar'dan ayrıldıktan az sonra dört tepe önümüzde: Topkapı Sarayı, Cağaloğlu, Süleymaniye ve Fatih. Arkamızda Anadolu yakasının daha yüksek tepeleri: Büyük Çamlıca, Küçük Çamlıca, Kayışdağı ve Aydos. Sarayburnu açıklarında dikkatimizi Birinci tepe üzerinde yoğunlaştırıyoruz: Gülhane Parkı, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultan Ahmet Camisi karşımızda.
İlk durağımız, Galata'nın iskelesi olan Karaköy. Şimdi İkinci tepenin önündeyiz: Yeni Cami, Büyük Postane, Cağaloğlu ve Nurosmaniye. Beyazıt Camisi hemen yanında, aralarında Kapalıçarşı olmalı. Galata Köprüsünün altından geçerek eski bir zindanın yanındaki Eminönü iskelesine yanaşıyoruz.
Artık Üçüncü tepe karşımızda: Beyazıt Kulesi, muhteşem Süleymaniye ve kıyıda Sinan'ın eseri şirin Rüstem Paşa Camisi. Eminonü iskelesinden kalkıp biraz yol alınca arkada Şehzade Camisi ve su kemeri görünüyor. Atatürk Caddesinin doğusunda geçtiğimiz ilk üç tepe, batısında diğer üç tepe. İki tepe arasındaki vadi çok belirgin, Bozdoğan su kemeri ile bağlanmış. Unkapanı Köprüsünü geçtikten sonra karşımızda Dördüncü tepe: Fatih Camisi ve Zeyrek Kilise Camisi.
Haliç'in karşı yakasında Kasımpaşa iskelesi açıklarında altı tepeyi bir arada görebiliyoruz. Sonraki iki durak Beşinci tepenin altında, birbirine çok yakın Fener ve Balat iskeleleri. Yukarıda Yavuz Selim Camisi, yamaçta kırmızı tuğla Rum Lisesi, kıyıda dökme demirden Bulgar Kilisesi.
Kullanımdan kaldırılmış eski Galata Köprüsünün içinden geçerek eski İstanbul'un son durağı Ayvansaray'a geliyoruz. Altıncı tepenin zirvesine Edirnekapı Mihrimah Camisi ve Tekfur Sarayının kalıntıları hakim. Tamir edilmiş Bizans surları da bu bölgede. Karşı kıyıda emektar tersane ve R. Koç müzesinin ilginç taşıtları görünüyor. Çevreyolunun üç parçalı köprüsünün altından karşıya geçiyoruz. Sütlüce iskelesinin batı tarafındaki mezbaha binası iş merkezine dönüştürülüyor. Görülmeye değer Minyatürk için de bu iskelede inilecek.
Son durak Eyüp, doğu tarafında mavi çatılı Feshane, önümüzde Eyüp Sultan Camisi ve kuzeyde Eyüp mezarlığı. Tepede Haliç'e hakim, doyulmaz manzaralı Piyer Loti. Burada bir iki saat oyalandıktan sonra aynı yoldan Üsküdar'a geri dönüyoruz. Gene aynı tepelerin önünden boylamasına Haliç'i ve enlemesine Boğaziçi'ni geçiyoruz.


Hepsi dokuz iskele ve 9 kilometre...

16 Haziran 2005

Dirilin dirilin


bimîrîd bimîrîd, ez in 'aşq bimîrîd
kez in 'aşq çu mîrîd, hemâ rûh pezîrîd

berâyîd berâyîd, ez in hâk berâyîd
kez in hâk çu âyîd, semâvât bigîrîd
(Mevlana, Divan-ı Şems'den)

Dirilin dirilin, bu aşk ile dirilin
Bu aşk ile dirilip ötelerde bilinin

Kurtulun, kurtulun, bu topraktan kurtulun
Bu topraktan kurtulup semalara tutunun

Uyanın uyanın, bu rûyâdan uyanın
Bu rûyâdan uyanıp yücelere dayanın

9 Haziran 2005

MIS 534

Bu dönem yeni bir ders açtım:
Tools for Information Engineering.

İşlenen Konular

AsgTopicTool
Browsing & searchingFirefox, Google
A1CommunicationGmail, G-groups
A2BloggingBlogger
A3HTML & style sheetsFirefox
A4Compression & archiving
A5Operating systemsLinux
Objects and classes SSS
A6Tree structure FreeMind
A7Pivot tables Excel
A8Misc tools
A9Random numbers Excel
A10MacrosExcel


Dönem Ödevi: Blog'lar

Ders boyunca geliştirilen blog'lar ilginç oldu.
Öğrenciler çok farklı konular işlediler:

Designed by Phoenix
KAMIL'S FISH WORLD
Solok's Blog
Mnemonic
Murat's Blog
seyma's blog
Umut's Blog
Movie Comments
selcuk-player online
Adnan's Blog

Güzel bir ders oldu..

4 Haziran 2005

Geçip gidenler

Çok ilginç bir resim:

Kuş, gemi, güneş, cami...

gördüğümüz her şey geçip gidiyor
farklı hızlarda gidiyor, geçiyor
resim sadece bir anı dondurmuş

* kuş, bir kaç saniye ...
* gemi, bir kaç dakika ...
* güneş, bir kaç saat ...
içinde resimden "geçiyor"

En kalıcı olan cami, onun ömrü de bir kaç bin sene ...

Bir de dünya (kara artı deniz) var, sanki o mu kalıcı?