20 Mayıs 2025

BÜ'75 -- Ellinci Yıl Buluşması

Ellinci yılın ne önemi var? Dünya güneşin etrafında 50 kere, ay da yer kürenin çevresinde 617 kere döndüyse ne olmuş? Bu iki kelime, 18 bin küsur günü ve geceyi özetlediği için önemli: Yarım asır!

Makine Bölümü -- 28 Haziran 1975

Makine Bölümünden fotoğrafa sığanlar
Erhan Çakar, 20 Mayıs 2025

Bu da Ayşe'den geldi -- Tören sonrası

Anıldıkça Yaşayanlar -- Yalçın
(Resimlere tıklayınca okunaklı oluyor)

Şubat sonunda Levent'in kurduğu WhatsApp grubu
Dilek ile üç ay sürekli çalıştıklarını burada gözledik

Kutlama Töreni

BÜ Mezunlar Ofisinin katkılarıyla, Saatli Binada şaheser bir program düzenlenmiş. Töreni aynı dönemden Ferhan (akademik kıyafet giymeden) çok güzel yönetti. Bir öğretim üyemiz Prof. Güven Alpay'dan Boğaziçi'li olmanın ayrıcalığını dinledik. Arkadaşlarımız Nüzhet, Neriman ve Fulya bizi 1971-75 yıllarına götürüp unutulmaya yüz tutan hatıraları canlandırdı. Sonra belgeler takdim edildi:


Sahneye ilk çıkan iki Ahmet, Alev, Aybüke ve Nüzhet
BÜ Mezunlar Ofisine teşekkür ederiz...

Tekne Gezisi

Ben katılamadım ama eğlenceli Boğaz turu gecenin ortasına kadar sürmüş:






Nostalji -- M Kemal Tümerkan

Geçmişe hem mutlu, hem hüzünlü bir yolculuk yaptık. Güzel günleri, bir daha olamayacağımız ‘kişi’yi hatırlamak hüzünlüdür ama hüzün mutlulukla çelişen bir duygu değildir; tersine insanları sevinçlere daha duyarlı yapan bir duygudur. 

Anılara çok yaklaştığımız halde dokunamadığımız için hüzün duyarız. İmkansız olanı bildiğimiz için, daha imkansız olanı ise sezdiğimiz için hüzün duyarız. İmkansız olan, geçmişteki güzel günlere fiilen seyahat edebilmektir ama bunu hiç değilse hayal edebiliriz. 

İkinci ve daha imkansız olan ise hayal dahi edemediğimiz için öyledir. Geçmişe gidip de hem o günkü hem bugünkü kişiliğimiz birbirine kaynamış olarak - amalgam şeklinde :) -  var olmayı hayal dahi edemeyiz. Nostaljinin en çözümsüz bileşeni budur. 

Gene de, nostalji yaşayabilmek büyük bir ayrıcalıktır. Yaşanmış olan güzel anların bir daha yaşanamayacağının bilinci ile gene de yaşanmış olmasının sevinci üst üste biner; insana hayatına değer katmış güzel insanları ve de yaşanmaya,  hatırlanmaya değer bir hayat yaşamış olduğunu hatırlatır.


 

"Boğaziçi" konulu diğer yazılar:

30 Nisan 2025

İKEV'de neler oluyor?

İstanbul Karamanlılar Eğitim ve Kültür Vakfı

6 Nisan Kurucular Kurulundaki gözlemlerimi ve endişelerimi önceki Vakıf başkanlarına açık mektup olarak yazmıştım:

Vakıf danışmanı Sayın Ekrem Candar davet etti, bugün yine oradaydım, bir saatlik sohbet toplantısında bilgi verdiler. Görüyorum ki Vakfın durumu biraz karmaşık. Konuyla ilgilenenler için anladığım kadarını özetliyorum ve yaşımın gereği olarak birkaç tavsiye ekliyorum.

Vakfı uzaktan takip ettiğim halde duymadığım, bugün öğrendiğim sürpriz haberleri paylaşayım:
  1. İlk kuruculardan Turhan Terlemez yeni Vakıf Başkanı olmuş, başarılar dilerim. Son toplantıda edindiğim izlenim, İhsan Duru yönetiminin devamıydı, benim için sürpriz oldu.
  2. Kasım 2024 tarihli İKEV Postası (20 büyük sayfa) bastırılmış, lakin dağıtımı yapılmamış. PDF olarak gönderildiğini söylediler ama hayır, bana gelmedi.
  3. Instagram sayfamız olduğunu öğrendim ama web sayfamızda linki yok. Az önce Google'da buldum: https://instagram.com/ikevresmi
  4. Bir ay önce, 27 Mart 2025 tarihinde, Vakıf önemli bir davayı kazanmış, mahkeme kararını en sonda bulacaksınız. Sanırım bu bile duyurulmadı.
  5. İki sene önce Vakfa bir müfettiş geldiğini ve 150 sayfalık bir rapor hazırladığını biliyordum. Bu raporun gereği olarak, eski yöneticiler aleyhinde 20 kadar dava açıldığını şimdi öğrendim.
  6. Vakfımız önceki bir derneğin devamı niteliğinde olduğu için, vakıf senedinde dernek izleri varmış, şimdi bunlar değiştiriliyor. Mahkeme kararı ile kesinleştiği zaman, Kurucular Kurulu artık Mütevelli Heyeti olacak!

Yukarıda linki olan açık mektupta, Vakfın önünde üç önemli mesele olduğunu yazmıştım, herbirine tek tek bakalım:

1. Kaybedilen hukuk davası
2021'de Vakıf Yönetim Kurulu, o zamanki başkan S Yıldırım'ı görevden aldı. Kurucular Kurulu da Yönetim Kurulunu görevden alıp, İ Duru başkanlığında yeni bir yönetim tayin etti. M Başar başkanlığındaki önceki yönetim, atamanın usulsüz olduğu iddiası ile Vakıf aleyhinde dava açtı ve kazandı. 


2. Binanın kullanım hakkı
Arsanın ve üstünde yapılmış binanın kullanım hakkı 2031'de sona eriyor. Belediye ile yapılan anlaşmanın gereği olarak, arsanın sahibi olan İBB, binaları da alıyor. Kullanım hakkını uzatmanın bir yolu, kamu yararına faaliyet yaparak vergi muafiyeti sağlamak. Açık mektupta anlatmıştım.


3. Vergi muafiyeti sağlanması
Vakıf danışmanı Ekrem Candar bu konuda ayrıntlı bilgi verdi. Her şey yolunda giderse 3-4 yılda aşılabilen zor bir yokuş önümüzde görünüyor... Binanın kullanım hakkını uzatmak için tek yol buymuş gibi anlatıldı, ama ikna olamadım. Zorlu bir süreç bu...

Tavsiyeler

Hukuki durumu temizlemek için yapılması gereken davranış, iki tarafın da kavgadan vaz geçtiğini beyan ederek Vakıftan uzak durmayı kabul etmesi. Şimdiki yönetimin bir ay içinde olağanüstü toplantı yaparak kavgaya karışmamış gençlere Vakfı devretmesi tek çözüm görünüyor. Aksi halde ihtilaf büyüyecek ve bir kayyum atanmasıyla Vakfı tamamen kaybetme riski mevcut.

Yönetim kurullarının daha şeffaf davranmasını beklerdim. Kurumun kartviziti niteliğindeki ana sayfamız Mart 2024 halinde duruyor! (Haberler menüsüne tıklayınca daha yeni sayfalara ulaşabildim) Yeni yönetimin iletişime önem vererek Vakıf üyelerini her ayrıntıdan haberdar etmesini bekleriz. Haber iletmekten fazla, her kararın Kurucular Kuruluna danışarak, on-line oylama ile alınması da mümkün artık.

İKEV Postası otuz yıl önce merakla izlediğimiz bir iletişim aracıydı fakat artık zamanı geçti! Web sayfası, WhatsApp, YouTube gibi ortamları etkili kullanmak zorundayız. Instagram sayfamız zaten varmış! Bana son yıllarda toplantı davetinden başka bir mail gelmedi Vakıftan. Yukarıda sözü edilen PDF dosyasının izi bile yok:

Son iki yılda bana gelen İKEV kaynaklı 11 adet mail:
(Maviler resmi adresten, diğerleri önceki yönetimden)
Sayın Nuran Uyar'ı kutlarım, fikrini bildiren tek kişi!

Daha önemlisi, Vakfa gençlerin katılımını sağlamak zorundayız. İlk yöneticilere teşekkür ederiz, isimlerinizi web sayfalarında altın harflerle yazsak yeridir. Fakat artık yönetimin yaş ortalamasını 40'lara indirmeliyiz, benim gibi ihtiyarların kenardan izleyip (sorulursa) tavsiye vermekten öteye geçmemesi uygun olur.

Vakfın komiteleri vardı eskiden, canlandırmak gerek



Hukuki Durum
Şu anda çelişkili görünen mahkeme kararları var. İki örnek sunuyorum:

Aralık 2024: Mart 2023 toplantısı geçersizdir
(resimler ayrıntılı olduğu için net görünmüyor, üstüne tıklayınca netleşir)
Mart 2025: Vakfın mallarını geri verin

Tam üç ay ara ile iki farklı mahkemenin verdiği kararlar çelişiyor. Son mahkeme "Vakfın mallarını geri verin" derken, davalılar "nasıl verelim, bu yönetimin geçersiz olduğu kanıtlandı" diye itiraz ediyor. Husumet devam ederse ne olacağını tahmin etmek zor değil: Bir müfettiş daha gelebilir ve mahkeme kararlarını uygulamak için kayyum atanmasını isteyebilir. Bence tepemizde asılı olan kılıç budur, usulüne göre indirmezsek başımıza düşecek!

Bu anlamsız kavgaya son vermek şart. Kurucular Kurulu olarak, tarafların dahil olmadığı bir çözüm bulmalıyız. Şu anda devam eden 20 küsur dava bu sorunu daha da derinleştirecek. Kavganın kime faydası olduğunu geçen 4 dört yılda açıkça gördük: Yukarıdaki kararın 6. maddesinde yazıyor!


Birinci ek -- 7 Mayıs

Bu mektubu yazmaya 30 Nisan'da başlamıştım. İKEV Yönetim Kurulundan kuruculara dağıtmasını rica ettim, ilgilenmediler. Ben de birkaç kişiye danıştıktan sonra, mektuba son halini verip 7 Mayıs sabahı kendi imkanlarımla e-mail olarak gönderdim. Aynı gün öğrendiğim üç önemli haberi ekliyorum:

• Kasım 2021'de yapılan olağanüstü Kurucular Kurulu toplantısını yok sayan mahkeme sonucuna yapılan itiraz, istinaf mahkemesinde 30 Nisan'da reddedildi ve toplantıyı yok sayan hüküm kesinleşti. Bu toplantı hukuken yok sayılınca şu sonuçlar kendiliğinden ortaya çıkıyor:
  1. 21/11/2021 tarihindeki Yönetim Kurulu halen geçerlidir
  2. Yok sayılan toplantıda atanan Yönetim Kurulu geçersizdir
  3. Daha sonra yapılan Kurucular Kurulları geçersizdir
  4. Şu anda mahkemede bulunan Vakıf senedi değişikliği geçersizdir

• Ben ve diğer 6 kişi kurucu üye değilmişiz! Bu husus, mahkeme kararı kesinleşmeden önce, vakıf denetim raporunun son sayfasında açıkça belirtilmiş:
15/9/2023 tarihli rapor üyelere 11 ay sonra gönderilmiş.
Göz ardı ettiğim bu raporda kurucu üye olmadığım yazıyor.


• 15 Ocak'ta karamandan.com sanal gazetesinde, Sayın Ahmet Tek mahkeme kararını haber yapmış. Kendisinden bağımsız olarak bu mektuba harfi harfine aynı ismi vermem tesadüf değil. Konuyu dert edinen Karamanlılar aynı şekilde düşünüyor demek...
https://karamandan.com/makale/23398341/ahmet-tek/ikevde-neler-oluyor


Peki şimdi ne olacak?
Bu durumda, daha önce anlattığım gibi, olağanüstü Kurucular Kurulu yaparak kavgaya karışmamış bir kadroya Vakıf yönetimini devretmek tek çözüm görünüyor. İki tarafın anlaşarak yönetim görevinden vaz geçmesi, herkesin uzlaştığı genç bir Yönetim Kurulu bulması kaçınılmaz. Aksi halde Vakfın sonu pek olumlu görünmüyor. Korktuğum sonuç olan kayyum atanmasına doğru gidiyoruz... Devlet "madem siz anlaşamıyorsunuz Vakfı biz yönetiriz" diyebilir!

Gemiyi batırmadan sahile çıkartıp genç bir kadroya teslim etmeliyiz

Saygılarımla arz ederim,
M Akif Eğler, 7 Mayıs 2025


İkinci ek -- 12 Mayıs

• Sayın Mehmet Başar'dan dün gelen iki bilgiyi ekliyorum:
  • Daha sonra yapılan Kurucular bütün kurullar geçersizdir
  • Vakıflar Genel Müdürlüğü temyiz sonucunu bekliyor

• Sayın Ahmet Tek'e az önce şunları yazdım:
Dün gece yayınlanan son yazınızı ilgi ile okudum. İKEV kurucularına yazdığım mektubu aynen kullanmanıza memnun oldum, link vermeyişinize üzüldüm. Mektubun aslına ve eklerine şuradan ulaşılır. Mektupta açıkladığım gibi, beni kurucu üye değil, "kurucu üye varisi" olarak düzeltmenizi ve yukarıdaki linki eklemenizi rica ederim.
Yazı gecenin yarısında çıkmıştı, sabah düzeltilmiş, Teşekkürler Ahmet Bey...


Üçüncü ek -- 25 Mayıs

Söz konusu dava sonucunun istinafta onaylandığını ve en az 20 davanın devam ettiğinin öğrendikten 7 gün sonra bir barış metni taslağı yazdım ve her iki tarafa WhatsApp yoluyla ilettim:

10 gün daha bekledim, iki taraftan da ses çıkmadığını görünce, barış çabalarının boşuna olduğunu anladım ve zaten üyesi olmadığım Vakıf ile ilişkimi kesmeye karar verdim:
İstanbul Karamanlılar Eğitim ve Kültür Vakfı Yönetim Kuruluna:
Vakfınızdaki her türlü üyeliğimi sonlandırmak istiyorum. Vakıftan ayrılma işleminin yapılmasını ve bana ait bütün iletişim bilgilerinin (telefon ve e-mail) silinmesini saygılarımla rica ederim.

Sayın Haluk Tuncel'in üç yıl önce yazdığı satırlar

21 Ekim 2024

Vefa ve "Eski dostlar"

21 Ekim 2024 -- İstanbul Teknik Üniversitesi

İTÜ Güneş saatinin önünde üç ihtiyar
Yorgo İstefanopulos, İbrahim Eksin, Akif Eyler

Ağustos sonunda sıcaklar azalırken eski bir arkadaşım, İbrahim Eksin aradı: "Hocam, 40 yıl önce doktora tezimde birlikte çalıştığımız iki hocamı İTÜ'ye davet etmek istiyorum." Ne güzel dedim, vefalı insanlar henüz bitmemiş, kırk yıl aradan sonra bugün bir araya geldik.

Bu toplantı bana 50 yıl önce, Boğaziçi Üniversitesinin ilk yıllarında ders aldığım kıymetli hocalarımı hatırlattı: Fizik bölümünde Haluk Beker, Matematikte Attila Aşkar, Makinede Michael Green, Elektronikte Yorgo Hoca... Ortak hocamızın MIT'den sonra BÜ'ne dönüş hikayesini kendisinden dinleyelim:

1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi kuruldu. 1972 yılında da ben geldim. O zaman bir heyecan yaratmış olmalıyım, Amerikalıların bir kısmı kalmış fakat Türk hocaların hepsi yaşlıydı. Aralarında en genci Sabih Tansal vardı sonradan rektörümüz de olmuştu. Ben 28 yaşında hoca olarak geldim, öğrencilerim 22 yaşındalardı. Aramızda az yaş farkı vardı, hepsiyle arkadaş olmuştuk ve yepyeni dört ders açmıştım. 
https://haberler.bogazici.edu.tr/tr/haber/ben-ancak-evde-oturursam-hastalanirim

Bu hocaların yazdığı referanslarla, Osman Balcı'nın benim için yaptığı başvurulara olumlu cevaplar geldi. Hocalarımın yolundan doktoraya gittim ve beş yıl beş gün sonra memlekete döndüm. İşte İbrahim Hocayı da o zaman tanıdım. Yorgo Hoca ile doktora tezi üstünde çalışıyordu ve bir noktada tıkanmıştı. Beni eş-danışman yaptılar ve çalışması ivme kazandı:

Doktora öğrencilerim içinde açık ara ilk sırada Eksin

1980'lerin ikinci yarısında üçümüzün yolu ayrıldı. Eksin İTÜ'ye, Eyler yeni kurulan Bilkent'e geçtiler. 2005'de Yorgo Hocamız da Işık Üniversitesine geçti ve uzun yıllar yöneticilik yaptı. Halen oradaki derslerini sürdürüyor. Bana da "sakın boş durma, beynini meşgul et" öğüdünü verdi.

Bugün İbrahim Eksin'in iki farklı yönünü öğrendim: Gençliğinden beri atletizme meraklıymış, koşucuymuş. Son 20 yıldır Türk sanat musikisi çalışıyormuş. Günün anlamına uygun bir parçayı kendi sesinden dinleyelim:


Eksin ve iki hocası İTÜ girişinde

Göletin yakınında yürürken, orta yaşlı koşucu bir hocaya rastladık. Bizden iki eleştiri aldı ama olumlu karşıladı ve koşmaya devam etti:
- Bu yaşta bu kadar koşulmaz, bak nefes nefese kalmışsın!
- Neden taş zeminde koşuyorsun, aşağıda koşu pistimiz var...

Eyler, Eksin, İstefanopulos
Arka planda İTÜ göleti

Bir süre İTÜ arazisinde dolaştıktan sonra bir yerde oturup çayımızı yudumladık. Hocalar ilginç hatıralarını paylaştı. Güzel bir gün oldu, sonraki toplantımızı Moda iskelesinde yapmaya niyetlendik...

19 Temmuz 2024

Teknik Arıza mı, Siber Saldırı mı?

19 Temmuz Cuma günü yaşanan, hava yolları, hastaneler ve bankalar gibi kritik sektörleri etkileyen küresel bilgisayar kesintileri, teknik bir arızadan öte daha karmaşık bir olayın işareti olabilir. Bu olay siber güvenliğin önemini bir kez daha vurguluyor. Bilgi sistemlerine bağımlılığımız arttıkça, bu tür risklere karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Bilgi sistemleri çöktü, uçaklar kalkamıyor.  Kaynak: BBC

Crowdstrike firmasının ürünü, virüsten korunma yazılımındaki bir hatadan kaynaklanan bu durum, binlerce işletmeyi ve milyonlarca insanı doğrudan etkiledi.

According to Crowdstrike boss George Kurtz, the issues are only impacting Windows PCs and no other operating systems, and were caused by a defect in a recent update. "The issue has been identified, isolated and a fix has been deployed," he said. "This is not a security incident or cyber-attack."
Crowdstrike patronu George Kurtz'a göre sorun yalnızca Windows PC'leri etkiliyor ve başka işletim sistemlerinde görülmüyor. Sorunun yakın zamanda yayınlanan güncellemedeki bir hatadan kaynaklandığı bildirildi. "Sorun tespit edildi, izole edildi ve bir düzeltme dağıtıldı. Bu bir güvenlik olayı veya siber saldırı değil" dedi.
https://bbc.com/news/articles/cp4wnrxqlewo


APT41 ile ilgisi olabilir mi?

Olayın siber saldırı olabileceğine dair bazı kuşkular var. Google'ın Mandiant ekibi tarafından dün yayınlanan bir rapora göre, APT41 adı verilen gelişmiş bir siber saldırgan grubu, küresel nakliyat, lojistik, medya, eğlence, teknoloji ve otomotiv sektörlerinde faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşu hedef aldı. Bu saldırıların Türkiye de dahil olmak üzere birçok Avrupa ülkesini etkilediği belirtiliyor.

Mandiant has observed a sustained campaign by the advanced persistent threat group APT41 targeting and successfully compromising multiple organizations operating within the global shipping and logistics, media and entertainment, technology, and automotive sectors. The majority of organizations were operating in Italy, Spain, Taiwan, Thailand, Turkey, and the United Kingdom.
https://cloud.google.com/blog/topics/threat-intelligence/apt41-arisen-from-dust

Crowdstrike yetkilileri 19 Temmuz'daki kesintilerin siber saldırı olmadığını savunsa da, etkilenen sektörlerdeki benzerlikler aksini ima ediyor. Çünkü APT41'in saldırıları da benzer şekilde kritik altyapıyı hedef alıyor ve büyük çaplı kesintilere yol açabiliyor.

IT yöneticilerinin kabusu hakikat oldu:
Her yerde mavi ekranlar.  Kaynak: BBC

Yapay Zeka tehdidi mi?

Bu olay, yıllardır dile getirilen yapay zeka (AI) tehdidinin ne kadar gerçek olduğunu gözler önüne serdi. "Makine değil mi, fişini çekersin, sorun biter" yaklaşımının ne kadar sığ olduğunu anlıyoruz... Geldiğimiz noktada, kim kimin fişini çekebilir, hiç belli değil.

YZ tehdidi ile bu olayın muhtemelen hiç ilgisi yok ama o tehdidin nasıl gerçekçi olduğunu, günlük hayatımızın bilgi sistemlerine ne kadar bağlandığını açıkça gördük. Artık makinelerin fişini çekemeyecek kadar bağımlı olmuşuz! Bu makineler olmadan uçaklar uçamıyor, ameliyatlar yapılamıyor, para çekilemiyor. Bilgi sistemleri olmadan ekmek bile alınamayacak günler uzak değil.


Kartla ödeme alamayan süpermarketler bomboş
Çünkü kimsede nakit para yok!  Kaynak: BBC


Pazar Akşamı

Bunları yazdıktan 42 saat sonra, eski öğrencim Onur Karadeli durumu açıklayan bir link gönderdi:

From: onur karadeli 
Date: Sun, Jul 21, 2024 at 7:00 PM
Subject: Re: IT yöneticilerinin kabusu
To: <yz-ve-insan@googlegroups.com>

YZ kaynaklı olmayabilir ancak tüm sistemlerimizin birbirine bağlı ve domino etkisi ile kırılganlaştığını düşünüyorum :)


Yani ne Çin'den siber saldırı ne de otonom robotlar... Sorunun basit bir yazılım hatasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Yapay zekaya kalsa bu hatayı asla yapmazdı! Lakin, siber saldırılar ve otonom robotlar sanal tehlikeler değil.

18 Haziran 2024

Bayram tebriki - muâyede

Adı güzel, sözü güzel, işleri güzel eski bir arkadaşımdan gelen bayram tebriği, uzun yıllar sonra da hatırlanmaya layık:

Hattın güzelliği, tezhibin letâfeti, tebriğin
zarâfeti, gönderenin cemâlini yansıtıyor

230 yıllık levha, eskimez bir hikmeti günümüze aktarıyor:
en-necātü fī’ṣ-ṣıdḳ 
Kurtuluş doğruluktadır

Aynı hikmetli söz, Mehmet Akif'in çıkardığı meşhur derginin kapağında:
Sebilur-reşad dergisinin kapağı (1959)
https://katalog.idp.org.tr/sayilar/5503/12-cilt-282-sayi

sidq: harflerin bile ölçüsü var
https://okuyun.github.io/Kuran/#m=sidq

Kuzenim Ubeydullah'dan gelen levhayı cevap olarak gönderdim:
Hattat Hamid Aytaç imzalı bu levha 60 yıllık

Cevabımda görsel süsleme sanatı tezhib yok, lakin sözel süsleme olan aruz vezni kullanılmış:
ne kah rî  des ti 'â  dâ  dan
ne lut fî   â  şi nâ  dan bil
 u mû  run hak ka tef vî  zet
ce nâ  bî  kib ri yâ  dan bil
 .  -   -   -   .  -   -   - 
ti tâ  tâ  tâ  ti tâ  tâ  tâ 


Not: Bizden sonra bu muâyedeyi okuyanlar, 2024 yılında Türkiye'de böyle süslü bir dil kullanıldığını sanmasınlar. Çoktandır unutulmuş olan bu zarâfet, dedelerimiz için bile çağ dışı sayılırdı.


2 Haziran 2024

Kararlarım kendi tercihim mi?

Geride kalan 70 yıl boyunca önüme çıkan önemli karar noktalarına bakınca aklıma şu sorular geliyor:
* Bugün olsa yine aynı kararları verir miydim?
* Bunlar hakikaten benim kendi tercihim mi?

Gençlik yıllarımda kariyerime şekil veren 7 adet kararın sonuçlarını anlatmak istiyorum. Eş seçimi, ev seçimi, proje seçimi gibi başka önemli kararlar burada söz konusu değil.


1964 Ortaokul

Tam 60 yıl önce bugünlerde Moda'daki Fransız okuluna kayıt yaptırmıştık. 

Sınav ve kayıt yetmez -- bu kapı bana açılmadı

5 yıllık ilkokulu yeni bitirmiş ve iki okulun giriş sınavlarını kazanmıştım: Biri İngilizce Maarif Koleji, diğeri Fransızca misyoner okulu. Çevremizin etkisiyle ikinciyi seçtik. Yanlış bir karardı, devlet okulunu seçmek daha güzel olurdu. 

Lakin sınav kazanıp kayıt yaptırmak yetmedi. Babam yaz ortasında yeni kurulan önemli bir kurumda işe başladı ve üç yıl için Ankara'ya taşındık. Ya Fransız okulunda yatılı kalacaktım, ya da Ankara'nın iyi bir mahalle okulunda 80 kişilik barakalarda okuyacaktım. İkinciyi seçtik ve doğrusunu yaptık. 11 yaşında bir çocuğu yatılı okula vermeyin...

Ortaokula girdiğim yıl, çok farklı bir okul açılmış, ama biz duymamıştık.

60 sene önce (28 Ekim 1964) bir haber

1967 Fen Lisesi

Üç yıl sonra, kendimi Ankara Fen Lisesinde buldum. Bu noktada karar vermek zor değildi. Sadece 96 öğrencinin özel sınavla kabul edildiği bir lisede yatılı okumanın ayrıcalığını yaşadım: Alim okulu

AFL 1964 -- Derslikler ve idare binası
Bomboş çevre şimdi Çiğdem mahallesi oldu

Burada geçen üç yıl hayatımın en verimli zamanı oldu. Kütüphane ve laboratuvar imkanları ile idealist öğretmenlerin gayreti, bizi yaşıtlarımızın epey ilerisine geçirdi. Üniversite giriş sınavında ilk beşin üçü bizden çıktı. Kendi adıma, akademik başarım büyük ölçüde lise eğitiminden kaynaklanıyor.


1970 Robert Kolej

Asıl karar noktası üniversite oldu. Fen Lisesi mezunlarının çok büyük çoğunlukla seçtiği iki kariyer yolu vardı: Hacettepe Tıp ya da ODTÜ Mühendislik. Fen lisesinden sonra fen fakültesini seçmek doğal görünse de, hayatın gerçekleri bu yolu çoğumuza kapatıyordu. 

Lakin ben artık ailemin yanında, İstanbul'da okumak istiyordum. Tıp dallarını hiç düşünmediğim için mühendislik yolunda iki ihtimal vardı: Bir yanda tanınmış, sağlam ve köklü kurum İTÜ, bir çok yakınımız oradan mezun. Diğer yanda, ne olduğunu bilmediğimiz, küçük bir yüksek okul: Robert Kolej. Çevrenin baskısına rağmen ikinciyi seçtim, çünkü oradan yurt dışına bir yol bulacağımı seziyordum. Şimdi geriye bakınca sezgimin ve kararımın doğru olduğunu görüyorum.

Hamlin Hall 1927 -- Erkek öğrenci yurdu
Hazırlık sınıfında iken üniversiteler karıştı, eylemler, boykotlar birbirini kovalıyordu. 1950'lerin Amerikan hayranlığı yerini "Yankee go home" ve "Çirkin Amerikalı" sloganlarına bırakmıştı. Sonra bir rivayet çıktı: "Amerikalılar gidiyor, Kolej kapanacak!" Daha önce İTÜ'yü tavsiye edenler "Sana demiştik, emeklerine yazık olacak" demeye başladılar.

Korktuğumuz gibi olmadı, ertesi yıl darbe oldu, eylemler durdu. TC devleti İstanbul'da üçüncü üniversiteyi kurdu ve Amerikalılar yüksek okulu Boğaziçi Üniversitesine devrettiler. Robert Kolej ise Arnavutköy sırtlarındaki kız koleji ile birleşerek orta öğretim faaliyetini sürdürdü.

Öğrenciler açısından değişen bir şey olmadı. Aynı altyapı ve aynı kadro ile dersler devam etti ve iyi bir eğitim alarak mezun olduk. İyi eğitim aldığımı ABD'de doktora dersleri sırasında "bunları daha önce görmüştük" diyerek anladım. Demek üniversite seçiminde doğru bir karar vermişim!

Ya bölüm seçimi? Çok düşünmeden makine mühendisliğini seçmiştim. Henüz bilgisayar kelimesi bile yeni olduğu için öyle bir bölüm yoktu. Dört yıl içinde, program yazmayı inşaat mühendislerinden, matematiği fizikçilerden öğrendim. Bütün fizik derslerini fazladan aldım ama o zaman çift-anadal kavramı yoktu, diploma vermediler. Fizik hocalarım, kesinlikle fizikte doktora yapmamı, bu heyecanla önemli araştırmaların parçası olmamı tavsiye ettiler. Bu kararı doktora eğitimine erteleyip mühendislik mezunu oldum.


1975 Doktora yeri ve konusu

Mezuniyete bir kaç ay kala ortalaması en yüksek olanlar yurt dışında (yani ABD) üniversitelere başvurduk. Benim formları en yakın arkadaşım Osman Balcı doldurdu, birlikte postaya verdiğimiz günü bile hatırlıyorum. Nisan ayında kabul mektupları yine postayla geldi. MIT'den yüksek lisans, Harvard'dan doktora için araştırma bursu kazanmıştım. Çoğunluk MIT demesine rağmen Harvard'ı seçtim, çünkü hemen doktoraya kabul ettiler, ayrıca bir yeterlik sınavı gerekmedi.

Pierce Hall 1952 -- Mühendislik hocaları bu binada

Yeri seçmek kolay oldu. Peki kiminle, hangi konuda çalışacaktım? Akademik danışmanım "önce dersleri al, sonra hocanı seçersin" dedi. Hakikaten, derslerde hocaları tanıyınca Çin asıllı bir tez danışmanı seçtim ve başarılı bir tez ortaya çıktı. Tez hocam benimle başladığı konuda yıllarca yayın yaptı. Bugün bakınca bu kararlar da doğru görünüyor.

Tez çalışmalarım sona yaklaşırken, İstanbul'dan bir ziyaretçim geldi: Endüstri Mühendisliği bölüm başkanı İbrahim Kavrakoğlu. Yeni kurulan bölümüne şehir şehir dolaşarak eleman arıyordu. 

"Hemen döneyim mi, burada bir iki sene çalışayım mı?" sorusuna "Türkiye kaçmıyor, önce kendini yetiştir, sonra dönersin" deyiverdi. Kısa vadeli bakan bir yönetici olsaydı "hemen gel, sana ihtiyaç var" derdi.


1980 Boğaziçi Üniversitesi

Bölüm başkanının tavsiyesine uyarak doktoradan sonra bir sene daha çalıştım. Memlekete dönüp dönmemek bir karar konusu olmadı, ilk günden beri mezun olduğum üniversiteye dönmek istiyordum. Fakat hangi bölüme girecektim? Lisans derecesini aldığım bölüm mü, doktora derslerinde yoğunlaştığım bölüm mü, yoksa yeni kurulan Endüstri Mühendisliği mi? Her üç bölümde de takdir ettiğim çalışkan hocalarım vardı. Hepsinin olduğu bir toplantıda hangi bölüme gireceğimi sordular. Eyvah, buna nasıl cevap vereyim şimdi! Rahmetli İbrahim Hocam bir çırpıda sorunu çözdü: "Yeniliğe açık ve en hızlı gelişen bölüme girecek elbette." Bu cevap ile konu kapandı, hiçbir dersini almadığım yeni bölümü seçtim...

2000'lerde Boğaziçi Üniversitesi
Arka planda Anadolu Hisarı ve Küçüksu

Boğaziçi Üniversitesi, gençlik yıllarımda kendimi geliştirdiğim yer oldu. Çok sayıda ders verme imkanı buldum. Lakin, sürekli aynı yerde kalmak insanı köreltir. Başka yerlerde de çalışmak akademik gelişmenin ön şartıydı.


1988 Akademik izin

Üniversitelerde "Sabbatical" diye anılan bir gelenek vardır: Yedi yılda bir yıl akademik izin. 

Devlet yükseköğretim kurumlarında fiilen 6 yıl çalışan öğretim üyelerine yurt dışında ar-ge niteliğinde çalışmak üzere 1 yıl süre ile ücretli izin verilebilir.

Akademik izin zamanı gelince, 5-6 yere geçici araştırma kadrosu için başvurdum. Hayret, hiçbirinden olumlu cevap gelmedi. Tam o sırada, yeni kurulmakta olan Bilkent Üniversitesinden aradılar. "Kadrolu olmaz ama bir yıl için gelebilirim" dedim. Böylece "Sabbatical hakkını" yurt içinde kullanan ilklerden biri oldum. Lakin yurt dışından kabul alsaydım tercihim bu olmayacaktı. Yani biraz zorla Ankara'ya gitmiş oldum.

1988'de Bilkent Rektörlük binası
Üniversite bu bina ve lojmanlardan ibaret idi
Bilkent'te geçirdiğim bir yıl çok verimli oldu, gidemediğim Amerikan kurumlarından hiç aşağı kalmadı. Geriye bakınca, doğru bir tercih olarak değerlendiriyorum. Sonraki sene yine Boğaziçi'nde geçti ama Bilkent'te alıştığım imkanları eski okulumda bulamadım. Yer değiştirme vakti gelmişti.


1990 Bilkent Üniversitesi

YÖK profesör kadrosuna atanmamı onaylayınca, devlet üniversitesinden istifa ile ayrıldım, ilk ve zamanın tek vakıf üniversitesine geçtim. Bilkent'in fizik ve mühendislik bölümlerinin genç ve çalışkan kadrosu o sırada büyük ümitler vaadediyordu. Bilim dünyasında "ses getiren buluşlar" yapacaktık.

2020'lerde Bilkent Üniversitesi

Beş sene çalıştıktan sonra görüldü ki ne fizikçiler Nobel düzeyinde buluş yapabiliyor, ne de ben kendi alanımda ses getiren bir yayın... "Boyumuzun ölçüsü bu kadarmış" diyerek artık İstanbul'da çalışmak istiyordum. Marmara Üniversitesinden gelen teklifi fazla düşünmeden kabul ettim. Hayatımda "önemli bir karar" oldu elbette, ama alternatifi yoktu...


En baştaki iki soruya dönelim:

* Bugün olsa yine aynı kararları verir miydim?
Fransız okulu hariç, "evet" diyorum. Diğer kararlarım doğru görünüyor, bugün olsa aynısını seçerdim.

* Bunlar hakikaten benim kendi tercihim mi?
Buna "evet" demek çok zor. Her karar kendi şartlarında öyle olmak zorundaydı.

Şu halde, "insan hiçbir şey seçemez, kaderine mahkumdur" mu diyorum? Hayır, tam tersine... Bu kararları verirken ileriye bakıyordum, hepsi kendi tercihimdi. Başka türlü seçmek pekâlâ mümkündü. Lakin geriye bakarken perspektif değişiyor ve "o günün şartlarında başka bir tercih yapamazdım" oluyor. Hani görünen ışık bazı deneylerde dalga gibi, bazı deneylerde parçacık gibi davranır ya, bu da ona benziyor: Karar anında kendi irademle seçiyorum ve bu karardan sorumluyum. Ancak iş olup bittikten sonra, "bu kaderimdi, başka türlü olamazdı" diyebilirim.