15 Temmuz 2021

Sap, Saman

Bugün yine 15 Temmuz. Mel'ûn ve meş'ûm (lanetli ve uğursuz) darbe teşebbüsünün beşinci yıldönümü. 

Hakkında soruşturma yürütlen insanları kabaca 5 grupta düşünelim:

  • Örgütün üst yönetimi
  • Darbe teşebbüsünü yönetenler
  • Örgüte mali kaynak sağlayanlar
  • Banka ve okullarda çalışanlar
  • Banka ve okulların müşterileri

Şurası açık ki yüz bin kişi ile darbe yapılmaz. İlk iki grubun hakiki suçlular olduğunu ve sayılarının yüzü geçmediğini sanıyorum. İşte bu noktada adalet terazisi doğru çalışmalı: Hakiki suçluları, yani örgütü ve darbeyi yönetenleri bulup ayırmalı. Hasbel-kader orada bulunan, darbe ile ilgisi olmayan masum çoğunluğu aklamalı.




10 Ocak 2021

Elveda WhatsApp

Son hükmü en başta yazayım: 8 Şubat'ı beklemeden WhatsApp uygulamasından çıkıyorum. Sebebi firmanın dayattığı şu koşullar:


Kullanıcı olarak üç şıktan birini seçeceğiz:

  • Yeni şartları kabul et
  • Hiçbir şey yapma
  • Uygulamayı sil (red)

Ezici bir çoğunluğun şartları kabul edeceğini ben de biliyorum. Bu yazının amacı, eylemsiz kalmanın firma açısından kabul ile eşdeğer olduğunu hatırlatmak. Yani Kabul tuşuna basmadan WhatApp'ta kalanlar, uygulamadan yararlanamadığı halde, firmanın değerini yükselten bilmem-kaç-milyar kullanıcının içinde kalacak. Firmaya nokta kadar rahatsızlık vermenin tek yolu var: Uygulamayı silerek ayrılmak.

Başında bu uygulamayı seçmemizin sebepleri şunlardı:

  • Privacy (gizlilik)
  • Kolay kullanım
  • Reklam yok
  • Herkes orada

Gizlilik deyince firmanın öne sürdüğü uçtan-uca şifreleme, normal kullanıcılar için hiç önemli değil. Ticari sırlarımız yok ki rakiplerin bizi dinleyip ele geçirmesinden korkalım... Bizim gizlilikten beklentimiz kullanım bilgilerinin başka firmalara verilmemesi idi. Şimdi WhatsApp tam bunu yapmak için izin istiyor. HAYIR.

Söz konusu olan hangi bilgiler? Mesajlar ve fotoğraflar değil elbette... Bunların paylaşılmasına hiç kimse razı olmaz. WhatsApp rakiplerinden en önemli farkı olarak özel bilgilerin merkezde saklanmadığını vurguluyordu. Şimdi paylaşmak için izin istediği bilgiler bizim için en ufak bir değeri olmayan ayrıntılar: Adres listesinde kimler var, kiminle kaç kere konuşmuş, hangi uygulamaları kullanıyor, izin verdiyse lokasyon bilgileri.... Bizim için değersiz olsa da bize (ya da yakınlarımıza) bir şeyler satabilmek için ticari değeri yüksek.


Bu bilgiler zaten Facebook'a gitmiyor muydu? Muhtemelen bizim rızamız olmadan gidiyordu. Şimdi diyorlar ki, ya yeni şartlara razı ol ya da bunu kullanma. KULLANMAM.

Hayır, bu değersiz bilgilerin paylaşılması değil asıl sorun... Firmanın tek taraflı olarak anlaşmayı bozması. Firmalar istedikleri şartları dayatabiliyorsa kendilerini vazgeçilmez (indispensible) gördükleri içindir. Ancak çok sayıda insan buna tepki gösterirse firmalar için caydırıcı olabilir. Göbekten bağlı olmadığımı göstermek için ay sonunda WhatsApp uygulamasından çıkıyorum. Merak edenler için ek bilgi: Bugünden başlayarak Signal kullanıyorum çünkü open-source & device-based. (açık kaynaklı ve bilgileri cihazda tutuyor)

"Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış" demeyin, bir kaç milyar tavşanın bir milyonu dağa küserse dağ için çok fark eder.

Bu konuda ilk adımı atan yeğenime teşekkürler:


İki hafta sonra

İBB aynı şeyi yaptı ama nedense hiç tepki almadı. İstanbulkart ile HES kodunu eşleştirmek için benzeri bir onay gerekiyor isteniyor:

SMS kanalı üzerinden iletişim bilgilerime reklam, promosyon vb. ticari elektronik ileti gönderilmesi amacıyla işlenmesini ve bununla sınırlı olarak hizmet alınan üçüncü taraflar ile paylaşılmasını kabul ediyorum. 
 


WhatsApp "verilerin paylaşımı" deyince herkes ayağa kalktı, İBB benzerini yapınca neden tepki yok? Üstelik biri ücretsiz, beğenmeyen kullanmasın. Lakin toplu taşıma için başka alternatif yok. Marmaray ya da vapura binmek için bilgilerimin paylaşılmasına neden razı olayım?

(ilk baktığımda onay zorunlu gibi algılamıştım, bir ay sonra öyle olmadığını anladım, "Onaylamıyorum" seçeneği varmış)


Üç hafta sonra

Fırtına dindikten sonra bir de baktık ki, büyük çoğunluk aynı yerde duruyor. Tavşanlar dağa küsemedi çünkü bu dağın havuçları tatlı... Bir de 50 yıllık arkadaşımın aynı yoldan gittiğini görmek güzel oldu:



Söz konusu tehlikeyi farklı açıdan gösteren şu videoyu ilginç buldum:


1 Ocak 2021

Parmakların Ötesine Bakın

Dün ilginç bir video-yazı yayınlandı: 
Kaç parmak görüyorsun? 444 yıllık 4 tavsiye

(Önce izleyip sonra okumanızı tavsiye ederim, tersi hiç ilginç olmaz)


Yazar 444 yıllık bir kitaptan çıkardığı 4 tavsiyeyi 22 yıllık bir filmden alıntılarla süslüyor ve şu sonuca varıyor: 

Kimsenin göremediğini görmeye çalışın. Başkalarının görmemeyi tercih ettiğini görün. Parmakların, nesnelerin ötesine odaklanın.


Evet, bu kitaptan çıkan tavsiyeleri onunla hiç ilgisi olmayan bir filmle birleştirmek tam bunu yapıyor, kimsenin görmediğini görüyor ve gösteriyor. Hem de "parmaklarıma değil, gösterdiğime bakın" diyor.


Kitaptan alınan şu söz de bana bir ayeti hatırlattı:

En iyisi gençlerde öğrenme hevesini ve sevgisini uyandır­maktır, yoksa kitap yüklü birer eşek yaparız onları...

 

62:5 Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. 

 


Filmin kahramanı ölümle barışıktır, ölümcül hastalara bile neşe saçar. Lakin kendi sevdiğini kaybedince önce hayata küser, Allah'a isyan eder. Sonra üstüne konan renkli kelebek, ilk gidenin bir sözünü hatırlatır:

Tırtıllara imrenirdim küçükken... aniden yok olup güzel bir yaratığa dönüşür ve uzaklara uçarlar...

When I was a girl I would look out my bedroom window at the caterpillars; I envied them so much. No matter what they were before, no matter what happened to them, they could just hide away and turn into these beautiful creatures that could fly away completely untouched.


Bu da başka bir hikmetli sözü akla getiriyor: 
Kelebeğin Kanatlarında


Hakikaten her şey birbiriyle ilişkili, alakalı.

27 Ekim 2020

Uzaktan Eğitim

Corona salgını başlayıp evlere kapandığımızda iki ayda geçip gideceğini umuyorduk. Nerdeyse sekiz ay ve üç mevsim geçti, anladık ki bu virüs gidici değil, birlikte yaşamayı öğreneceğiz.

Uzaktan eğitime de inanmıyordum, "öğrenciyi görmeden eğitim olmaz" düşüncesi hakimdi. Meğer olurmuş... FSMVÜ'de verdiğim dersin dördücü haftası oldu, bugün uzaktan sınav bile yaptım. Katılım ve başarı oranı yüz yüze eğitimden daha iyi görünüyor. Öğrenciler evlerinin rahat ortamında, ulaşım derdi olmadan dersleri takip ediyor, ödevleri yapıyor ve sınavlara giriyor.


Uzaktan sınav böyle olur

Uzaktan eğitim ya da uzaktan toplantı yazılımları beni hayrete düşürüyor. 50 kişinin katıldığı bir dersi ucuz donanım ve nisbeten yavaş internet hatları ile rahatça yapabiliyoruz. Gerekli web sayfalarını ekranda göstererek konuları anlatmak, tahtada anlatmaktan daha verimli oluyor. Duydum-duymadım derdi yok artık, soruyu sor ve anında doğrusunu öğren. Üstelik, önceki yıllarda üç saat üst üste yaptığım dersleri iki güne yayma ve ders aralarına uygulama saatini koyma imkanı buldum, bu da yine eğitim kalitesini yükselten bir gelişme.

Uzaktan eğitim ortamını sağlayan FSMVÜ'ne, bu araçların etkin kullanımını sağlayan asistan arkadaşlarıma ve uzaktan öğrenmenin mümkün olduğunu kanıtlayan öğrencilerime buradan teşekkür ediyorum.

Bulut ve Mobil Cihazlar

Pandemi süreçleri bilişim teknolojisinde süregelen iki eğilimi hızlandırdı: 1) Artık yerel data tutmuyoruz, her bilgimiz bulutta saklanıyor. 2) Öncelik mobil cihazlarda. Bilgi alışverişimiz hızla masa-üstü ve diz-üstü cihazlardan kurtulup tablet ve telefonlara, hatta onların ötesine geçiyor.

Bu dersi (İleri Programlama Teknikleri) yedinci verişim. 2014'de ilk başladığımızda, "bulut" kapsamında sadece Gmail vardı. Bütün ödevler mail üstünden toplanıyor ve notlanıyordu. Zaman içinde bulutumuz büyüdü, sırasıyla GitHub, Moodle ve Zoom vazgeçilmez araçlarımız oldu. Dersin her saatinde bunların hepsi gerekiyor artık.

Öte yandan, dersteki uygulamaları da "Önce mobil" yaklaşımı ile yapıyoruz. Öğrencilerimiz yazdıkları kodun kendi telefonlarında çalıştığını görmekten mutlu oluyorlar. Söz konusu dersin en önemli amacı buydu zaten: Her ortamda çalışabilen ve uzak kaynaklardan bilgiye erişebilen yazılım geliştirmek.

Üniversitenin Geleceği

Şu anda eğitim tamamen uzaktan yapıldığı için üniversiteler büyük ölçüde âtıl durumda. Yöneticiler ve memurlar her gün, asistanlar daha az, hocalar arada bir okula gidiyor. Asıl müşteri olan öğrenciler ise okulda hiç görünmüyor. Pandemi bittiği zaman ne olacak? Benim tahminim yeni araçların daha etkin olduğu iyice anlaşılınca, eğitim eski haline dönmeden aynı yönde devam edecek. Öğrenciler sadece sosyal ortam ve belki sınavlar için okula gidecek. Bu durumda üniversitelerin bina ihtiyaçları azalacak, hem de daha fazla öğrenci alabilecekler. Herkesin her istediği alanda sınırsız eğitim alabileceği günler görüyorum ufukta.

En güzel teselli sözü ile bitireyim:
Bu da geçer yâhû...


6 Ekim 2020

Nimetler içinde gark olmak

Bazı sabahlar erkenden gidip sıcak simit ve ekmek alıyorum. O anda fırından ne çıktıysa... Bu sabah yine öyle yaptım ve sultan sofrasını kurdum:


Uzun zaman önce, yurt dışında bir otelde kahvaltıya gitmiştim. Açık büfe kahvaltıların yeni çıktığı zamanlardı, En az 200 çeşit yiyecek sunulan bir ortamda, genç bir baba kucağındaki çocuğa şunu dedi: "Not much to eat today" (Yiyecek pek bişey yok)

Bu sözü uzun süre anlamamıştım. Fakat beş günlük bir bakış açısı sorunu çözdü! "Yeni bir şey yok" diyordu adam. Ülfet (yani alışmak) her şeyin değerini sıfıra indiriyordu çünkü.

1. gün: Oooo, sultan sofrası olmuş!

2. gün: Vay be, yumurtayı nasıl yapmışlar!

3. gün: Şu tatlıdan üç öğün yesem bıkmam

4. gün: Servis zayıf ama kahvaltılar fena değil

5. gün: Yiyecek pek bişey yok...

Haklıydı kendince, otele o kadar para verince her gün farklı sofralar bekliyordu. Nimet içinde boğulmak böyle oluyor demek.

Sevgili kuzenim ve akıl hocam Selami Penbe'ye ithaf ediyorum.

27 Eylül 2020

Bilim ve Teknik Dergisi

Bilkent'ten arkadaşım Sinan Sertöz haber verdi: "TÜBİTAK, pandemi nedeniyle tüm Bilim ve Teknik arşivini erişime açtı." Bir bakayım dedim, üç gündür bakıyorum. Corona virüsünün sebep olduğu hayırlı bir iş, 53 sene ve 600 küsur sayı beni daha epeyce meşgul edecek...


Ekim 1967 -- Cilt 1, Sayı 1. Bilim deyince o zamanlar ilk akla gelen Aya seyahat yarışı idi. Bu nedenle ilk sayıda kapak konusu olmasına hiç şaşmadım. Bu sayıyı ve Aralık'ta çıkan ikinci sayıyı hiç görmemiştim. O zaman Ankara Fen Lisesi birinci sınıftaydım, şehirden uzakta yatılı kaldığımız için haberim bile olmamıştı. Öğretmenlerin bize duyurması gerekirdi ama olmadı işte...

İlk karneyi alıp da dört ay ayrı kaldığım ailemin yanına gidince dergiden haberim oldu. Ocak sayısını heyecanla okudum ve aynı heyecan yıllarca sürdü. (Scientific American okuyacak kadar büyüdükten sonra heyecan başka yönlere kaydı)



Bu sayıların hepsini çok iyi hatırlıyorum. Yaş 15, seçkin bir lisede geleceğin alimleri olarak özel bir müfredat takip ediyoruz. Elbette bu dergi tam yerine oturdu o zaman. Okuduğum ilk altı sayıya yakından bakalım, zamanın güncel konuları nasıl değişmiş:

Ocak: Aya Seyahat -- Apollo projesi başarılı oldu ve bundan bir buçuk yıl sonra ayda insanlar yürüdü. Daha sonra uzay projeleri uzun süre askıya alındı. 50 yıl daha geçince konu yine canlandı. Bu sefer Mars var hedefte. "Uzay projeleri boşuna yapıldı" diyenlere üç kelime söylüyorum: Telefon, Televizyon, Navigasyon. Üçü de uzay araştımalarının meyvesi büyük ölçüde.

Şubat: Kalp Nakli -- "Artık kimse kalp krizinden ölmeyecek" deniyordu ama kalp nakli yöntem olarak başarılı olmadı, artık uygulanmıyor. Öte yandan, bu tahmin büyük ölçüde tuttu, stent ve by-pass yöntemleri en küçük hastanelerde bile uygulanıyor günümüzde.

Mart: Televizyon -- Bu sayı çıktığı zaman TRT vardı ama sadece radyo yayını yapıyordu. Düzenli TV yayını birkaç yıl sonra başladı, bizim eve ancak 1973'te girdi. Babamın resmi görevi için 1961'de gittiğimiz Fransa'da küçük bir dükkanın vitrininde ilk televizyonu görünce hayranlıka bakmış ve "işte Avrupa!" demiştik. TV sinyallerinin geçirdiği evrim: önce radyo dalgaları, sonra bakır kablolar, şimdi fiber optik.

Nisan: Asma Köprü -- Kamuoyu henüz böyle bir köprü fikrine hazır değildi. Halkın acil ihtiyaçları dururken köprüye bu kadar para yatırmak akıl işi miydi? Vapurlar, motorlar yetmez miydi? Birkaç yıl sonra ilk köprünün temeli Ortaköy'de atıldı ve Cumhuriyet'in 50. yıldönümünde (çevre yolları bitmeden) açıldı. Şimdi Boğaz'da üç köprü ve bir tünel hizmet veriyor.

Mayıs: Güneş -- Kullandığımız bütün fosil yakıtların ve bütün yenilenebilir kaynakların enerjisini sağlayan güneşin kapak konusu olması çok ilginç. Hakikaten en önemli konuyu bulmuşlar. O zaman pek ilgimi çekmemişti, şimdi olsa en önce bu konuyu öğrenmek isterdim.

Haziran: Elektronik Beyin -- 50 sene içinde en çok gelişen konu bu olmalı... Bu sayıyı okuduktan sadece üç yıl sonra Boğaziçi Üniversitesinde ilk küçük programı yazdım, halen aynı heyecanla yazıyorum. Cebimizde taşıdığımız cihazların milyonda biri kadar gücü olmayan o dev makinelere "beyin" demekle her iki tarafa haksızlık yapmışız. Şimdiki cihazların gerçek beyinden ne kadar uzak olduğunu ancak beyni tanıdıkça anlıyoruz. ("Bilgisayar" kelimesi 80'lerde yaygınlaştı)

Bu vesile ile TÜBİTAK iki kere övülmeyi hak etti: Böyle bir dergiyi 50 küsur sene kesintisiz sürdürdükleri için ve arşivi genel kullanıma açtıkları için tebrik ederim. Aslında genel kullanıma açmak tebrike şayan değil, işin doğası gereği zaten açık olmalıydı. Bu tür kamu yararına ve kamu bütçesi ile yapılan faaliyetleri "fikri mülkiyet hakları" ile korumak, bu durumda yazarların ve toplumun aleyhine çalışıyor. Umarım toplum olarak bu arşivi ve benzerlerini açık tutmayı başarabiliriz.

Referanslar

* Bilim ve Teknik arşivi

* Prof Sinan Sertöz ile söyleşi

* Bilgisayar Cebimize Nasıl Sığdı?